Bu âyette, bazı kâfirlerin, Kur’an âyetlerinin önceki kavimlerin masallarından ibaret olduğu, Hz. Peygamber’in bunları başkalarına yazdırdığı ve ezberlemesi için kendisine sabah-akşam okunduğu yolundaki ifadelerinden sözedilmektedir. Tefsirlerde genellikle tercih edilen bu mana esas alındığında, âyetin dikkat çekici bir hususa işaret ettiği görülür, ki bu, Hz. Peygamberin ümmî olduğunun yani okuyup yazma bilmediğinin münkirlerce de bilinmekte ve kabul edilmekte oluşudur.
«Bunlardan daha iyisi» denirken, kâfirlerin, Hz. Peygamber’e değer vermek için kendisinde aradıkları imkânlara işaret olunmaktadır.
Cenab-ı Allah, Irak bölgesindeki münbit arazileri, İran şehinşahlarının ve Rum imparatorlarının saraylarını müslümanlara nasip etmek suretiyle bu vâdini gerçekleştirmiştir.
Cehennemin insanları görmesi, onunla karşılaşmak manasında mecaz olabileceği gibi Allah’ın ateşe görme kabiliyeti vermesi manasında hakikat de olabilir.
Bu hitap ile, bütün azabın karşılaşılan azaptan ibaret olmadığı, daha çok çeşitli azapların kendilerini beklediği bildirilmiş olmaktadır. Bir de, cehennem azabının sürekliliğini ifade eden başka âyetler dikkate alındığında, bu hitaptan, inkârcıların yanan derilerinin tazeleneceği, böylece tekrar tekrar azaba maruz kalacakları manası anlaşılmaktadır.
«Allah’tan başka taptıkları şeyler» hakkında tefsirlerde değişik izahlar vardır. Bunlar tanrı diye taptıkları (İsa aleyhisselâm, Uzeyr aleyhisselâm gibi) elçiler, cinler veya putlar olabilir. «Bunlar putlardır» diyen tefsirlerde, Cenab-ı Allah’ın onlara lisan verip hakikati söyleteceği ifade edilmiştir.
Bu âyette müminlerden, müşriklerin kendilerine verecekleri ezalara dayanmaları istenmekte; Allah’ın herşeyi hakkıyla görmekte olduğu belirtilerek, zalimlerin de, iman mücadelesinde sabır ve metanet gösterenlerin de, yaptıklarının karşılığını görecekleri îma edilmekte ve müminlere teselli verilmektedir.
Bu sözü müşriklerin kendi kendilerine söyleyip hayıflanacakları manası düşünülebileceği gibi, zamirin meleklere gönderilmesi ve bu sözün melekler tarafından söyleneceği şeklinde anlaşılması da mümkündür.
Kâfirlerin, misafire ikram, akrabayı ziyaret gibi güzel davranışlarının, iman etmemiş olmaları sebebiyle boşa gideceği, işe yaramaz telakki edileceği anlatılmaktadır.
27-29. âyetlerin Ukbe bin Ebî Muayt hakkında nâzil olduğu belirtilmektedir. Rivayete göre Ukbe, verdiği bir ziyafete Resûl-i Ekrem’i de dâvet etmişti. Hz. Peygamber, şehâdet getirmedikçe yemeğinden yemeyeceğini söyleyince Kelime-i Şehâdeti söylemiş; fakat müşriklerin ileri gelenlerinden Ubey b. Halef’in gönlünü hoş etmek için bilâhare sözünden dönmüş ve gidip Hz. Peygamber’e hakaretlerde bulunmuştu.
Âyette, Hz. Peygamber’in, Kur’an’a gereken değeri vermeyen ve hatta onunla alay eden kavminden yakınışı anlatılmaktadır. Âyetteki «mehcûran» kelimesi «kötü söz» manasında da anlaşılmıştır. Bu manaya göre, müşriklerin Kur’an hakkında onun sihir v.b. olduğu yönündeki ithamlarına işaret edilmiş olur.
«Âd» Hûd (a.s.)ın, «Semûd» Sâlih (a.s.)ın kavmidir. «Ress» hakkında değişik tefsirler vardır; daha çok Şuayb (a.s.)ın kavmi olarak bilinmektedir. Bir tefsire göre ise, Yemâme çayı üzerinde bir köyün adı olup, Semûd kavminden kalanlar burada otururlardı. Fakat bu bilgiler, sahih haberlerle sabit değildir. Kur’an tarafından bize bildirilen husus, «Ashab-ı Ress» denen bir insan topluluğunun yaşadığı ve küfürleri yüzünden helâk edildiğidir.
Kendilerinden öncekilerin başlarına gelenler ve acı gerçekler, öğüt alsınlar diye her bir kavme peygamberler aracılığı ile anlatıldığı halde, onlar bu imtisal nümûneleri üzerinde ibretle düşünmek yerine bunları uydurulmuş birer masal telâkki etmişler ve nihayet ilâhî gazaba uğramışlardır.
Tefsirlerde, bu âyette, Mekkeli müşriklerin, ticaret için gittikleri Şam seferleri esnasında, inkârları ve sapık yolda inatları yüzünden taş yağmuru ile helâk edilen Lût kavminin kalıntılarını gördüklerine ve yine de ibret almadıklarına işaret edildiği belirtilmektedir.
Bu gibi kimseler, akıllarına ve kendilerine ulaşan ilâhî tebliğe uymayıp sırf hissiyatına göre hareket etmeleri bakımından hayvanlara benzetilmiş; hayvanlarının hareketlerinin kendilerine verilen güç ve kabiliyetlerin yaratılış amacına uygun olmasına karşılık böyle kimselerin davranışlarının bu özellikten yoksun bulunmasından ötürü de onlardan gidişçe daha sapık oldukları belirtilmiştir.
Bu âyete, «ilâhî kudretin eserlerinin ve insanlara verilen nimetlerin birçok peygamberin dilinden defalarca ve çeşit çeşit anlatıldığını» ifade etmek üzere yukarıdaki şekilde mana vermek mümkün olduğu gibi; «suyu evirip çevirip, değişik yerlere türlü türlü yağmur yağdırdık» tarzında bir mana da verilebilir.
Bu âyet hakkında değişik tefsirler vardır: 1) Maksat, denize karışan nehir (Dicle gibi) ve onun karıştığı denizdir. Denizi yarıp arasından fersahlarca akıp gittiği halde, nehrin suyunun tadı bozulmamaktadır. 2) Maksat, Nil gibi büyük ırmak ve büyük denizdir ki aralarına bir kara parçası (dil) girmektedir. 3) Maksat, müminlerle kâfirlerdir. Tatlı su müminleri, acı su kâfirleri sembolize etmektedir. Dünyada yanyana fakat birbirlerine karışmadan yaşadıklarına işaret edilmektedir.