وَف۪ي ثَمُودَ اِذْ ق۪يلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتّٰى ح۪ينٍ Semûd kavminde de (ibretler vardır). Onlara: Bir süreye kadar faydalanın, denmişti. فَعَتَوْا عَنْ اَمْرِ رَبِّهِمْ فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنْظُرُونَ Rablerinin emrine karşı geldiler. Bu yüzden, bakıp dururlarken onları yıldırım çarpıverdi. فَمَا اسْتَطَاعُوا مِنْ قِيَامٍ وَمَا كَانُوا مُنْتَصِر۪ينَۙ Ayağa kalkacak güçleri kalmamış, yardım edenleri de olmamıştı. وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِق۪ينَ۟ Bunlardan önce de Nuh kavmini he-lâk etmiştik. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir toplum idiler. اَلْحَٓاقَّةُۙ Gerçekleşecek olan; مَا الْحَٓاقَّةُۚ (Evet) nedir o gerçekleşecek olan? وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الْحَٓاقَّةُۜ Gerçekleşecek olanın (kıyametin) ne olduğunu sen nereden bileceksin? Kur’an’ın belâğatını ve özlü ifade üslûbunu başka dile ayniyle aktarmanın imkânsızlığı, bu mucize ilâhî kelâmın tamamı için söz konusu olmakla beraber; buradaki âyetlerde ve benzerlerinde daha büyük zorluklarla karşılaşılmaktadır. Bu âyetlerde, vukûu kaçınılmaz olan kıyamet gününün dehşeti ve önemi vurgulanmakta, aynı noktayı kuvvetlendirmek için Resûl-i Ekrem’e, o günün dehşet ve fecaatini bilemeyeceği söylenmektedir. كَذَّبَتْ ثَمُودُ وَعَادٌ بِالْقَارِعَةِ Semûd ve Âd kavimleri, kapılarını çalacak felâketi (kıyameti) yalan saymışlardı. فَاَمَّا ثَمُودُ فَاُهْلِكُوا بِالطَّاغِيَةِ Semûd'a gelince: Onlar pek zorlu (bir sarsıntı) ile helâk edildiler. وَاَمَّا عَادٌ فَاُهْلِكُوا بِر۪يحٍ صَرْصَرٍ عَاتِيَةٍۙ Âd kavmi ise, uğultulu, kasıp kavuran bir fırtına ile mahvedildiler. سَخَّرَهَا عَلَيْهِمْ سَبْعَ لَيَالٍ وَثَمَانِيَةَ اَيَّامٍۙ حُسُوماً فَتَرَى الْقَوْمَ ف۪يهَا صَرْعٰىۙ كَاَنَّهُمْ اَعْجَازُ نَخْلٍ خَاوِيَةٍۚ Allah onu, ardarda yedi gece, sekiz gün onların üzerine musallat etti. Öyle ki (eğer orada olsaydın), o kavmi, içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş halde görürdün.
|
|