NOT: Edip
Yüksel'in Mesaj çevirisini aşağıdaki eleştiriye karşı savunan CEVABİ
MAKALE için tıklayınız...
Geçen sene bir yayınevinin çalışanlarından biri, Edib Yüksel'in Kur'an
çevirisini neşretmeyi düşündüklerini söylemişti. "Çeviride Tevbe
Sûresi'nin son iki ayetine yer veriyorlar mı?" diye sordum; "Vermiyorlar
ama kendilerini ikna etmekle meşgulüz; sanırım Edib, çevirinin basılması
için buna razı olacak!" dedi.
Bu çevirinin iki ayeti içermeyen müsvedde nüshalarının ellerde
dolaştığını daha önceden biliyordum. "Peki böyle bir denâete aracılık
yapmak hususunda hiç Allah'tan korkmuyor musunuz?" diye sorduğumda, o
genç arkadaş, masrafların "onlar" (!) tarafından karşılanacağını;
aşırılıklarla dolu olduğu için çevirinin çok satacağını bildiklerini,
kendilerinin de zaten bu işe ekonomik nedenlerle girdiklerini söyledi.
Onlar basmasalarmış, nasıl olsa basacak birini bulacaklarmış. vs. vs.
Şimdi bu çeviri başka bir yayınevi tarafından Mesaj: Kur'an Çevirisi
(İstanbul, Kasım 2000) adıyla basıldı; mütercim râzı edilmiş olacak ki
çeviride mezkûr iki ayet de yer alıyor. Oysa Reşad Halife'nin -Edib
Yüksel'in de katkıda bulunduğu- Quran: The Final Testament (USA, Tucson,
tsz.) adlı neşrinde ayetlerin Arapçası da, çevirisi de bulunmuyor. (s.
207; izahı için bkz. Appendix 24, s. 669-690)
Edib Yüksel, tabir-i meşhûrla takiyye yapıp çevirisinde yer vermek
zorunda kaldığı bu iki ayet hakkında şöyle demekten kendisini alamıyor:
"Muhammed peygamberi putlaştıranların [Kur'an'a] iki hadis ekleme
girişimleri başarısızlığa uğramıştır..." (s. 408)
Edib Yüksel'in bu iddialarını sahiplenen ve güya sadece Kur'an'ı (!)
rehber edindikleri iddiasında olan gençlerden biri onun Türkiye'ye
gelişi üzerine cemaatin web sitesinde şöyle yazmış: talâa'l-bedru
aleynâ!
Bu muvahhid (!) gençlerden bir diğeri ise bu meseleyle ilgili olarak
hurafeci (!) muhatabını aklısıra şu şekilde ilzam etmeye çalışıyor:
- Bugün Kanada'da, Amerika'da ya da dünyanın bazı merkezlerinde Tevbe
Suresi'nin son iki ayetinin çıkarıldığı Kur'anlar kütüphane raflarını
süslüyorlar... Bu Kur'an'ı eline alıp inceleyen bir insana deseniz ki:
"Elinizdeki Kur'an yanlıştır, Tevbe Suresi'ne 2 ayet daha eklenmelidir";
o insan da size, "İyi ama Allah Kur'an'ı koruyacağına söz vermiştir.
Neden iki ayet ekliyorsunuz Kuran'a?" derse, ona ne cevap verirsiniz?
Bilindiği üzere Reşad Halife, Amerika'ya gittikten sonra kendisine
Kur'an'dan işaretler bulmakta gecikmemiş; peygamberliğini ilan da
etmişti. Hasan Mezarcı'nın da Almanya'ya gittikten sonra kendisine
Kur'an'dan işaretler bulduğu ve mesihliğini ilan ettiği biliniyor. Edib
Yüksel'e gelince, onun daha Türkiye'de iken kendisine Kur'an'dan
işaretler bulduğu, ilahî ilham ve uyarılara mazhar olduğunu söylediği
zaten öteden beri bilinir. Nitekim kendisi bunu saklamaya gerek
duymamış, Tanrı tarafından işaretlendiğini çeşitli vesilelerle hem îma,
hem izhar etmekten çekinmemiştir.
Bir vesileyle çevirisinde şöyle diyor:
- Her mümin için bir Kadir/Yazgı gecesi vardır. Benim için Kadir Gecesi,
dinadamlarının öğretilerini Tanrı'nın öğretisine eş koşmaktan
vazgeçtiğim geceydi. 1 Temmuz 1986 sabahına kadar süren o gece hayatımın
tümüne bedeldir. (s. 527)
Hal böyle olunca, işimiz gerçekten zor... Çünkü özdeşlik yetisi zaafa
uğrayan birinin, çelişmezlik yetisi de sağlıklı olarak çalışmaz;
dolayısıyla herhangibir şekilde ikna da edilemez. Üstüne gidildikçe
elindekilere sıkı sıkıya tutunur; tutturur. Nitekim -güya tepkileri
azaltmak gayesiyle- "ultramodern önerilerini çevirisine koymadığını"
söyleyen bu şahıs, biraz halinin farkında olmalı ki şöyle diyebiliyor:
- Bazı yorumlarım yanlış veya ilişkisiz olabilir. Ayetlerin anlam ve
işaretine sadık kalmaya özen göstermekle birlikte bazan sınırı aşmış
olabilirim. (s. 12)
Oysa kendisinin tâbi olabileceği hiçbir sınır yok; zira istese de
sınırda duramıyor, kendisini frenleyemiyor; ilmî, ahlâkî, itikadî hiçbir
sınır kendisini durduramıyor; çünkü nefis arabasında fren pedalı yok; ya
gaza basıyor ya geri vitese alıyor; ya çok ileriye gidiyor, ya çok
geriye; fakat aslâ sabit bir yerde durmayı beceremiyor; yakıtını cahil
muhataplarının zaaflarından devşirmesi de bundan.
İstikameti meşkûk bu nefis arabasına, kendilerine eğlence arayan
çoluk-çocuktan ya da uçarı (protest) gençlerden başkasının
binmeyeceğini, binmeyi deneyenlerin ise kısa bir süre sonra ineceklerini
tahmin etmek akl-ı selim sahipleri için hiç de güç olmasa gerek.
Bu çeviri hakkında istemeyerek de olsa yazmaya karar vermemin nedeni,
sadece ama sadece peşine takılan çocukların bizim çocuklarımız olması...
"Ne emel kaldı derûnumda, ne sevda-yı mecaz" desem de için için,
çaresiz, bir şeyler söylemeye çalışacağım. Kimbilir belki bir yararı
olur!
dcundioglu@yenisafak.com
22 ARALIK 2000
--------------------------------------------------------------------------------
Bir mütenebbi'nin Kur'an çevirisi: "Mesaj" (II)
Geçen yazımda Mesaj'ın sahibi hakkındaki kanaatlerimi açıkça serdetmiş
ve kendisine tutarsızlık, çelişki, hata, sapma, vb. şekilde nitelenmeyi
hak eden örnekler vermenin niçin bir yararı ol(a)mayacağını izah
etmiştim. Binaenaleyh vereceğim örnekler, henüz akl-ı selimini
kaybetmemiş olduğunu ümit ettiğim genç takipçilerini muhatap alıyor.
Çünkü kadr sözcüğünü metinde kudret, dipnotta yazgı olarak çeviren bir
kimseye çelişkiden, tutarsızlıktan, yetersizlikten söz etmekte hiçbir
fayda mülahaza etmiyorum.
Örneklere geçmeden önce, eleştirilerimde dikkate aldığım belli başlı
ölçütleri belirtmek isterim:
1) Bu metin bir telif değil, bir tercüme; dolayısıyla Kur'an'ı çevirmeye
kalkışan birinden -biri kaynak metne, diğeri amaç metne ait olmak üzere-
en az iki dili ciddi düzeyde bilecek yeterliliğe sahip olmasını beklemek
okurlarının en tabii hakkı.
Amaç metnin dilinin (Türkçe'nin), mütercimin anadili olmadığını ve bu
dili sonradan öğrendiğini biliyoruz. Nitekim gerek yayımladığı kitap ve
makalelerini okuyanlar, gerekse telaffuz ve şivesine dikkat edecek
olanlar, mütercimin dil selikasının gelişmişlik derecesi hakkında kanaat
sahibi olmakta zorlanmayacaklardır.
Kaynak metnin diline (Arapça'ya) gelince, mütercim formel bir eğitim
almış olmayıp bu dili babasından öğrenmiştir. Kendisinin hem babası, hem
hocası olan Sadreddin Yüksel Hocaefendi, oğlunun Arapça bilgisi
hakkındaki kanaatinin olumsuz olduğunu, yazdığı bir makalede
açıklamıştır. Ne var ki bu yargının hissî sâiklerle verilmiş olmasını
nazar-ı itibara alarak biz bu tür değerlendirmeleri değil, mütercimin
imzasıyla yayımlanmış çeviriyi gözönünde tutacak, hükmümüzü bu metinle
sınırlandıracağız.
Hatırlatmak isterim ki burada Arapça ile bahis mevzû edeceğim cihet
Kur'an Arapçası'dır; dil ile kastettiğim ise mücerred gramer ve sözcük
bilgisi değil, bilâkis bu dilin içinden çıktığı tarih ve kültürün
tanınıp bilmek; tabiatıyla bu dili, bu tarih ve kültürü tanıtıp
bildirecek klasik kaynaklara vâkıf olmaktır. Gerek klasik, gerekse
modern dilbilim/anlambilim otoritelerinin ittifak ettiği üzere, gramer
ve sözcük bilgisi zamanla bozulmalara uğradığından, bir metni kendi
tarihinin (bağlamının) içerisinde anlamak zarureti vardır. Bu
zaruretledir ki klasik bir metnin mütercimi, bu metnin dilini sadece
artsüremli değil, aynı zamanda eşsüremli yöntemle çözümleyebilecek
yeterlilik ve yetkinliği hâiz olmalıdır. Binaenaleyh avâm lisanı olan
Arapça'yı bilmekle Kur'an dili olan Arapça'yı bilmek çok farklı
şeylerdir. [Laleli'de turistlere pijama satan tezgâhtarların bildikleri
dilin, o dilde yazılmış edebî metinleri anlamak ve çevirmek için yeterli
ol(a)mayacağını, sanırım her akl-ı selim sahibi kabul eder.]
2) Klasik bir metni anlayıp çevirmenin olmazsa olmaz koşullarından biri
de metnin tarihsel içeriğine vukûfiyettir. Bu tarihsel içerik, ister
istemez kendisini anlamaya/yorumlamaya çalışan kimseleri çoğu zaman
metnin çevresinden (dışından) yardım almak zorunda bırakır. Sözgelimi
zihar yasağıyla ilgili hükümleri kavramak için, bu yasağı içeren metin
kadar, yasağa konu teşkil eden olgunun da anlaşılması gerekir. Kısacası
olgular metnin kendisinde açıklıkla yer almadığı takdirde, metnin
çevresine/dışına gitmek zarureti vardır. Ancak mütercimin çevirisinin,
Kur'an'ın Arapça orijinalinden değil, Reşad Halife'nin İngilizce
çevirisinden aktarma olduğu görüldüğünden, örnekler verilirken ister
istemez bu ikircikli durum gözönünde tutulacaktır. Yine de mütercimin
Türkçe, Arapça ve Tarih bilgisinin derecesini ölçmek isteyenler olursa,
şimdilik onlar şu örnekle yetinebilirler:
- "Ateş körükleyenin elleri kahrolsun, zaten kendisi kahroldu."
Arapça'daki "ebu Leheb" ifadesi, alev babası, ateş sahibi, ateşçi olarak
da çevirilebilir Türkçe'ye. Bu tanımın, Muhammed peygamberin amcası Abd
ul-Uzza Ibn Ebu-l-Muttalib için kullanıldığı öne sürülür. (s. 532)
Bu kısa paragrafta yer alan onca dil ve bilgi hatasını tek tek açıklamak
benim için bir zevk olurdu; fakat bu işlemi hemen her okurun, hatta
İmam-Hatiplerin orta kısmında okuyan bir çocuğun dahî yapabileceğine
itimadım tam.
İfade... tanım... alev babası... ateş sahibi... ateşçi... VE meselâ bir
de Abd ul-Uzza Ibn Ebu-l-Muttalib...
İnanın -Mesudî'nin anlattığı fıkradaki Vali'nin dediği gibi- mütercimin
hangi yönünü kıskanacağımı bilemiyorum: neseb bilgisini mi, lisan
bilgisini mi, imlâ bilgisini mi?
Şimdilik şu kadarını söyleyeyim ki Manitu bile, verse verse, kullarına
ancak bu kadar başarısız bir çeviriyle mesaj verebilirdi!
dcundioglu@yenisafak.com
23 ARALIK 2000
-----------------------------
Bir mütenebbi'nin Kur'an çevirisi: "Mesaj" (III)
Mesaj'ın içerdiği gayr-ı ciddî yorumlar ile bu yorumlara mesned teşkil
eden gelişigüzel çeviriler, dayandıkları 19'cu söylem'in
seviyesizliğiyle mütenasip olduğundan, The Final Testament ile Türkçe
kopyasını karşılaştırmak gerekiyordu. Ben de üşenmeyip karşılaştırdım.
Her iki mütercim de laubalilik husûsunda birbirinden aşağı kalmadığı
için, Mesaj'ın sahibini eleştirmek ile The Final Testament'in sahibini
eleştirmek aynı kapıya çıkıyor; aradaki tek fark birinin İngilizcesinin
diğerinin Türkçesi kadar kötü olmaması. Binaenaleyh Mesaj'ın -bazı
kişisel işgüzarlıklar dışta tutulursa- Kur'an'ın orijinalinin çevirisi
değil, The Final Testament'in Türkçe kopyası olduğunu katiyetle
söyleyebiliriz. O halde, Mesaj'ın dil ve üslûb açısından
'okunabilirlik', anlam ve yorum açısından ise 'güvenilirlik' değeri
taşımadığını farkedecek düzeydeki okurların, her halukârda yarı-sâdık
bir müridle muhatab olduklarını unutmamaları gerekir.
İmdi, aralarında karbon kağıdı bulunan iki çevirinin seviye ve üslûbuna
delâlet eden bazı örnekleri sırasıyla inceleyelim:
- Seni bir sapık olarak bulup doğruya iletmedik mi? (93: 7; astray)
Cenab-ı Hakk'ın Peygamber Efendimize (s.a) hitabını bu şekle
büründürmenin, esasen dil bilmezlikle bir alâkası yoktur; gerçek neden
bilgisizlik değil, edebsizliktir.
- Rabbi, bir zamanlar İbrahim'i birtakım kelimelerle sınamış; o da
onlara eklemişti. (2: 124. yani: "İbrahim yanlış eklemede bulunmuştu.")
Ayetin aslında geçen etemme (tamamlamak) fiilini, eklemek diye
Türkçeleştirmek, eklemede bulunmanın ta kendisidir ve hem tahrif, hem
iftiradır! Kendi peygamberi bile bu kadarını yapmamış: he fulfilled
them)
- Şok. Hem de ne şok! Şoke edenin niteliği sana bildirildi mi? (101:
1-3; The Shocker. What a shocker! Do you have any idea what the Shocker
is?)
Deterjan reklamlarına yaraşır ifadeler, hiç utanmadan/sıkılmadan
Kur'an'a reva görülmüş... (Mesaj, böylesi televoleci hafifliklerle
dolu.)
- Kuşkusuz gece kalkıp meditasyonda bulunmak çok daha etkili... (73: 6;
the meditation at night)
Ne dersiniz, tam da "Allah'a hamdolsun iyi ki Amerika'da yaşıyorum"
diyen dekadanlara göre değil mi?
- Kanyon halkına yazıklar olsun! (85: 4; the people of the canyon)
Anlamı için Teksas-Tommiks kitaplarına müracaat ediniz!
- Bir de ileri geçen öncü elitler vardır. (56: 10; the elite of the
elite)
Söze gerek var mı?
- Kimin de tartıları ağır gelirse, onun da anası uçurumdur. (101: 8-9)
Yani: "Nasıl çevireceğimi ben de bilemedim; nasıl anlarsanız anlayın!"
(İngilizcesi hiç değilse anlamlı: his destiny is lowly)
- Allah bir atom ağırlığınca bile haksızlık yapmaz (4: 40); Kim bir atom
ağırlığı iyilikte [veya kötülükte] bulunursa onu görür. (99: 7-8; atom's
weight)
Bir kelime oyunu da benden: mesaj değil, masaj!
- Onlar Allah'ın lütfunu tekelleştiremezler. (57: 29; they have not
monopolized)
Türkçesi: "not only Quran, but only Rashad!"
- Onlar hem cinlerdendir, hem halktandır. (114: 6; be they of jinns, or
the people)
Çeviri şu sırayı izlemiş olmalı: Komut 1: Metindeki bütün "en-nâs"
sözcüklerini bul, "people" ile değiştir; Komut 2: Metindeki bütün
"people" sözcüklerini bul, "halk" ile değiştir! (Biri kendisine
'people'ın, sadece 'halk' anlamına gelmediğini söylemeli.)
- Onu yalanlayıp deveyi boğazladılar. (91. 14; slaughtered her)
Acaba nasıl etsek de mütercime develerin boğazlanamayacağını anlatsak!
Yoksa Reşad Halife de mütercime hakkını helâl etmeyecek!
- O, alev sahibi bir ateşe girecektir. (111: 3; the blazing Hell)
Siz hiç Türkçe'de "alev sahibi bir ateş" dendiğini duydunuz mu?
- Onlara çamurdan sertleşmiş taşlar atıyorlardı. (105: 4; hard stones)
Peki "çamurdan sertleşmiş taşlar" dendiğini?
- Kim Rabbinin mesajından yüz çevirirse onu zorlu ve yokuşlu bir cezaya
süreriz. (72: 17; He well direct him)
Hiç "zorlu ve yokuşlu bir ceza" denir mi? Peki "süreriz" de nereden
çıkmış? (Abdulmuttalib'i Ebu Muttalib'e dönüştürmesi hadi önemli değil;
bari burada yesluku fiilini nesluku'ya, he'yi de we'ye dönüştürmeseydi.)
- Allah'ı nasıl inkâr edersiniz? (2: 28. how can you disbelieve in God)
Mütercim'e, "Hani siz, müşrikler Allah'ı inkâr etmiyorlardı diyordunuz?
Bu bir çelişki değil mi?" diye sorsak, acaba bize şöyle mi cevap verir:
"Ne bileyim, o kadar hızlı kopyaladım ki ne yazdığımı ben de bilmiyorum!
İsterseniz çöpe atabilirsiniz."
Biz de zaten örnekleri oradan topluyoruz. Bu sırada kalemimiz
kirlendiyse tek nedeni bu!
Örneklere devam edeceğiz.
dcundioglu@yenisafak.com
26 ARALIK 2000
-------------------------
Bir mütenebbi'nin ultra-modern çevirisi: "Mesaj" (IV)
Mesaj sahibinin sözcük'le terim, terim'le kavram, anlam'la yorum
arasındaki ince ayrımın farkında olmaması, üstelik her fırsatta kişisel
görüşlerini Kur'an'a söyletmeyi bir marifet bilmesi nedeniyle
açıklamalarını uzun uzun alıntılamakta fayda görmüyoruz. Ancak bazen
-Mesaj'ını kendisinden kopyaladığı- Reşad Halife'nin İngilizce
çevirisinin etkisinde, bazen de işgüzarlığı meslek edinmesinden ötürü,
ayetlerin anlamlarını açıkça tahrif etmiş, neredeyse çevirisini
yarı-telif bir kitap haline getirmiştir.
Birkaç örnek vermek bile bu ağır gibi görünen yargıların haklılığını
ortaya koymaya yetecektir diye düşünüyoruz.
- Bu uydurma bir hadis değil. (12: 111; that is not a fabricated Hadith)
Arapça'da hadîs'in sözcük anlamı "(herhangibir) söz"; terim anlamı ise,
"Hz. Peygamber'den rivayet edilen söz" demektir ki Türkçe'de bu haliyle
kullanıldığında terim anlamı kastolunur. Oysa ayette terim anlamıyla
değil, sözcük anlamıyla kullanıldığı halde, mütercim sırf hadis
tartışmalarındaki kişisel tutumunu Kur'an'a onaylatmak amacıyla sözcüğün
Türkçesini değil, aslını yazmış ve güya okurun zihnini ayette terim
anlamının kastedildiği düşüncesine sevketmeye çalışmıştır.
- Tüm mezhepler bu konuda kuşku içindedir. (4: 157; all factions)
Ayette mezhep kelimesinin karşılığı var mı? Ayetin Arapçasında yok!
(İngilizce çeviri de Türkçe'ye yanlış kopyalanmış.)
- Mezhebler (İsa'nın kimliği üzerinde) aralarında anlaşmazlığa düştüler.
(19: 37; the various parties)
Alerji duyduğu herşeyi Kur'an'a söyletmeye çalışan bir zihniyete ahzab
(tekili: hizb) ile mezâhib'in (tekili: mezheb) başka başka şeyler olduğu
nasıl anlatılabilir? (Bu, Kur'an'ı ucuz bir propaganda broşürüne
dönüştürmek değil midir?)
- Biz çeşitli tarikatlare (yollara) ayrıldık. (72: 11; we follow various
paths)
Ayetteki tarâik (yollar) sözcüğünün tekili tarikat'tır; turuk/tarikât
şeklinde de çoğul formları vardır. (Sözcüğü aynen muhafaza etmekteki
amaç belli değil mi?)
- ... ve türbeler, şans oyunları şeytan işi birer pisliktir. (5: 90; and
altars)
Burada ölülere ve türbelere sövmek için mütercim Kur'an ayetini hevâsına
alet etmiş, kasten ensab (putlar) sözcüğüne yanlış mânâ vermiştir. Bizce
bu tashih-i itikad değil, tahrif-i nass'tır!
- O'ndan başka kendilerine dahi yarar ve zarar veremeyen kimseleri
evliyalar mı edindiniz? (13: 16; masters)
Evliya sözcüğü veliler demektir; evliyalar ise veli/ler/ler... Oysa
mütercim, her yerde sözcük ve terim anlamlarıyla oynamaya ihtiyaç
duymuyor (10: 62); tekil-çoğul ayrımı zaten umurunda değil, birçok yerde
dost deyip geçiyor. Hiç de dürüstçe değil, bilâkis misyonerce... (Amaç
sadece yığınları etkilemek olunca, bu tür numaralar da câiz olur!)
Böylesi işgüzarlıkları mütercimin otantik terimlere düşkünlüğüyle (!)
açıklamak isteyecekler; lütfen şu kopyalama-örnekler üzerinde biraz
düşünsünler:
- Kim bir iyiliğe aracılık ederse kendisi için ondan bir kredi var.
(Nisa: 85; a share of credit thereof)
Boş yere gözlerinizi oğuşturmayınız; doğru okuyorsunuz.
- Test edilmeyeceklerini sandılar. (5: 71; ... would not be tested)
İnanınız, ayetin üniversite sınavlarıyla bir ilgisi yok!
- Lüks mobilyalar üzerinde. (56: 15; on luxurious furnishings)
Dua edin, hûrî'yi 'hostes' diye çevirmemiş!
- İbrahim, (...) monoteist bir öncü idi. (...) İbrahim'in dinini bir
monoteist olarak izlemen için... (16: 120, 123; Abraham was ... a
monotheist...)
İnşaallah gençler bu çevirilerden etkilenip de meselâ Hz. Yunus hakkında
"He was a marjinal man" gibi ifadeler kullanmazlar; yoksa, Erkin Koray
alınır.
- ... ve nefsinizi (egonuzu) öldürün. (2: 54; kill your egos)
Bu çeviriyi ehl-i tarîk bir zât yapsaydı diyebilirlerdi ki: "Ego
öldürülebilir mi? Hadi diyelim ki denediniz hiç ego ölür mü? Siz
insanları miskinleştirmeye mi çalışıyorsunuz? vs. vs." (Sizce mütercim
bu emr-i ilahî'yi (!) niçin kendi egosuna tatbik edemiyor dersiniz?)
- Melekleri yönetim merkezinin etrafını çevirmiş halde Rablerini överek
yüceltirken görürsün. (39: 75; around the throne)
Demek ki insan biraz Amerika'da kalınca, el-Arş kelimesini "yönetim
merkezi" olarak anlıyor; çok kalınca da Reşad Halife'nin yaptığını
yapıyor.
Bazı dostlar, "Bu metne bu kadar vakit ayırmanıza lüzûm var mıydı?" diye
serzenişte bulunuyorlar. Tamamen haksız sayılmazlar. Ne yapalım ki
burası Türkiye ve birilerinin Amerika'dan gelen misafirleri karşılaması
gerekiyor.
Örneklere devam edeceğiz.
dcundioglu@yenisafak.com
29 ARALIK 2000
------------------------------
Bir mütenebbi'nin ultra-modern çevirisi: "Mesaj" (VI)
Gerek Reşad Halife'nin The Final Testament adlı çevirisini, gerekse
kopyası olan Mesaj'ı -tıpkı Kadıyanîler tarafından yapılan çeviriler
gibi- farklı kılan bir cihet var: "kendi halklarına sadakatsizlik!"
Çünkü 19'cuların merkezi Amerika'da, Kadıyanîlerin merkezi İngiltere'de.
(Bu işler hep böyledir ve nedense hiç istisnası yoktur!)
İddiaları kendi halklarının inançların zayıtlatmaya ma'tufken; aynı
iddialar, topraklarında merkezlerinin kurulmasına izin veren ülkelere
güç kazandırmaktan başka bir işe yaramıyor; izin de zaten bu amaç
gözetilerek veriliyor.
Eleştirisiyle meşgul olduğumuz Mesaj'ın bir de nev-i şahsına münhasır
söylemi var: 19 Mucizesi! Mucidi kim? Kabbalacılar! Bizdeki Hurufiliğin
vulgarize edilmiş versiyonu olan bu ebced oyununun ne denli keyfî
işlemlerle organize edildiğini erbâbı gayet iyi bilir. Sayılar yanlış,
sayımlar yanlış, çıkarımlar yanlış, çünkü usûl ü erkan yanlış...
(Bırakalım, pösteki saymaktan hoşlananlar kendi aralarında bu oyunu
oynamayı sürdürsünler.)
Bir de popüler bilim kitaplarından ve bilimkurgu romanlarından
devşirilme bilgilerle desteklenen bilimcilikleri var bunların. XIX.
yüzyıl pozitivizminin safdil bayilerince pazarlanan bu bilimcilik, bir
tek işe yarıyor: demagoji (sözcük anlamı: halk avcılığı).
Batılılar icad ve keşiflerini doğa üzerinde yaptıkları halde, bunların
keşifleri kutsal kitaplarla sınırlıdır. Doğabilimleri alanında ciddiye
alınabilecek hiçbir bilimsel becerileri yoktur; ya ilahiyatçıdırlar, ya
amatör bilimseverlerdirler; ya da öğretmen veya mühendis, vs. Fakat
kesinlikle bilimadamı değillerdir. Sözgelimi Reşad Halife ile Edib
Yüksel'in ya da birkaç genç takipçisinin bilgisayar kullanıcısı olmaktan
öte marifetleri nedir? Böyle bir marifetleri olsaydı/olabilseydi, şu tür
yorumlar yaparlar mıydı?
- (Düvenin) bir parçasıyla ona (öldürülene) vurun. (2. 73;
Biyokimyacılar, düvenin dokusundaki DNA'ları yaşlı dokulara transfer
ederek onları gençleştirmeyi başararak bu ayetin anlattığı mucizevi
olayı günümüzde bilimsel yöntemlerle gerçekleştirmişlerdir.)
Benim gözlerim yaşardı; ya sizin?
- Sure başlarında 14 (7x2) ayrı harf kombizenları olup onların sayısal
(ebced) değerlerinin toplamı Muhammed peygamberin izleyicilerine
verilmiş olan 1709 kamerî [miladi 2280] yılı verir (s. 223); Kur'an,
Dünyanın Sonunun tarihini verir. İsa'nın doğum tarihi, bu hesabı
doğrulayıp destekleyen işaretlerden birisidir. Dünyanın, İsa'nın
doğumundan 2280 (19x120) yıl sonra son bulacağını Kur'an ayetlerinin
işaretiyle öğrenmiş bulunuyoruz. (s. 420; krş. s. 265, 433)
Bilimden anladıkları işte böyle şeyler; tam da liseli çocuklara
verilecek seminerlerde kullanılacak cinsten parlak ve fakat içi boş
yorumlar! Gencin biri, "Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?" diye
sorsa, verecekleri cevap şu: "İnanmıyorsan, o tarihe kadar yaşa da gör!"
- Sakar nedir bilir misin? Ne bırakır, ne de yüklenir (tam ve mükemmel),
halklar için (evrensel) bir göstergedir/ekrandır. Üzerinde ondokuz
vardır. (74: 27-30; krş. 85: 22)
Gençler, mütercim abilerinin levha ile levvaha sözcüklerinin aynı kökten
geldikleri şeklinde yanlış bir varsayımdan hareket ettiğini (s. 517); bu
nedenle muhayyilesinde bir ekran (monitör) canlandırıp kendisiyle
birlikte başkalarını da bu ekranın üzerinde 19 mucizesinin
görüntülendiği iddiasına körükörüne inandırmaya çalıştığını nereden
bilsinler? (Bakınız benim formülüm daha insaflıca: "İnanmıyorsanız,
sözlüklere bakınız!")
- Yavrularım bir tek kapıdan girmeyin; farklı kapılardan girin. (12:
67-68; Yakup, kalabalık bir grubun görevlilerin dikkatini çekeceğini ve
sorunlar çıkarabileceğini düşünmüş olabilir. Yumurtaları ayrı sepetlere
koymak istatiksel bir sigorta sağlayabilir.)
Sanırım siz de benim gibi, şu irfan ile benzetmedeki şu letafet
karşısında gaşyolup mütercime 'aferin sana' demekten kendinizi alamamış
olmalısınız. (Bir de istatistiksel diyebilse!?)
Popüler faaliyetler, halka ulaşmak için abartılardan, içi boş da olsa
parlak ve alımlı sloganlardan, insanların zaaflarına hitap eden ilgi
çekici kavram ve iddialardan yararlanırlar. Pazarlayıcıları, tıpkı bir
kez kullanılıp atılmak için üretilen kağıt bardaklar gibi ucuz ve basit
ürünleri tercih ederler; ne yazık ki netice de alırlar.
Bu yüzden bir görülürler, bir kaybolurlar.
Oysa dinlerini ciddiye alan insanlar, ufûl eden şeylere iltifat
etmezler!
dcundioglu@yenisafak.com
30 ARALIK 2000
------------------------
Bir mütenebbi'nin ultra-modern çevirisi: "Mesaj" (V)
-Dr. Reşad Halife'nin Tocson Mescidindeki ofisinde 1989 yılının son
aylarında Türkçe çeviriye başladım. Reşad bir kompüterin başında
İngilizce çevirisinin ikinci ve üçüncü basımları için düzeltmeler
yaparken, ben başka bir kompüterin başında Kur'an'ı Türkçe'ye çevirmeye
çalışıyordum. Çeviriyi üç ay içinde bitirip yayımlayacaktık. (s. 10)
Verdiğimiz örneklerden de anlaşılacağı üzere, Edib Yüksel -iddia ettiği
gibi- Kur'an'ın orijinalini değil, Reşad Halife'nin The Final Testament
adlı İngilizce çevirisini Türkçe'ye çeviriyordu. (Kur'an'ın üç ayda
başka bir dile çevrilebileceğine inanacak bir tek akl-ı selim sahibi
gösterilebilir mi?)
Reşad Halife Ocak 1990'da öldürülünce, çeviri kısa bir süre kesintiye
uğradı; birkaç ay sonra (1990'ın ortalarında) da bitti. Fakat basıma
hazır hale gelmesi için 9 sene geçmesi gerekti. Artık sözde-peygamber
hayatta değildi ve ikinci adam ilk sıraya yükselmişti.
- Geriye baktığımda, bu kesintinin hayırlı olduğunu görüyorum. Bu süre
zarfında birçok yanlışı düzeltme imkânım oldu. (s. 10)
The Final Testament'teki gibi Tevbe Sûresinin son iki ayetine yer
verilmeyen Kuran (Türkçe Çevirisi) adlı nüsha Türkiye'ye gönderildi;
sınırlı sayıda basıldı ve ödemeli olarak dağıtılıp düzelti çağrısında
bulunuldu (İsteme adresi: P.K. 57 Maltepe/Ankara). Ne var ki
Türkiye'deki yandaşlar, Reşad Halife'ye yapılan atıfların çıkarılmasını
istiyorlardı. Bu eski(miş) notların bir kısmı -ilk nüshada yayımlanacağı
va'dedildiği halde- çeviriden atıldı; mezkûr iki ayet çeviriye eklendi
ve başlık değiştirildi. Böylece "elden geçmiş nüsha" bu yılın Kasım
ayında piyasaya sürüldü. (Ne de olsa eski kral ölmüştü.)
- Ültramodern önerilerimin, geleneksel doğmalar içinde beyinlerini
dondurmuş olanların eleştirilerine haklılık kazandırabileceği
endişesiyle, dipnotları bu tür önerilerden ve fikirlerden korumaya
çalıştım. (s. 12)
19 mucizesini 1974 yılında bulduğuna inanılan Reşad Halife'nin yerine
geçen yeni kralın müridleri artık eski krala sövebilirlerdi:
- "1974 sayısında bir hikmet yok. 1971'de 'elçi' olduğunu sanan soytarı
Reşad'ın Müddessir Suresi'nin 74. sırada olduğunu görünce buna uysun
diye kurduğu düzenbazlık hepsi. İşin gerçeği şu: 1957-570=1383 yıl sonra
19 mucizesinin sahih savunucusu dünyaya gelmiştir. 570'den 1710 sene
sonra saat'in vaktinin (2280) gelmesi umulur." (26 Aralık 2000 Salı,
saat: 11:19)
Bu işler hep böyle olur: Kral öldü, yaşasın yeni kral!
İşin bu tarafıyla ilgili söylenecek çok söz varsa da biz bu ciheti
bırakıp İngilizce'den kopyalanan Mesaj'ın geçtiği aşamalara dâir fikir
verecek ilginç iki örnek üzerinde duralım:
DÖRTNALA KOŞANLAR (ADİYAT) SÛRESİ
1. Andolsun soluyarak dört nala koşanlara. (By the fast gallopers)
Çeviri, yeni nüshada şu hâle getirilmiş:
AŞANLAR (ADİYAT) SÛRESİ
1. Andolsun soluyarak aşanlara. (Geçmiş kuşaklar bu ayetlerden atları
anlamışlardır. Oysa ayetteki ifadeler havadaki oksijeni yutarak ve
arkasından ateş fışkırtarak giden jet uçaklarının tarifi olarak da
anlaşılabilir. Bu ayetleri yüzlerce yıl önce yaşamış insanlar gibi
anlamak zorunda değiliz kuşkusuz.)
Herkes bilir ki insanların görüş değiştirmesi veya çevirilerinde
düzeltmelerde bulunması ayıp değildir. Ancak yukarıda örneğini
gördüğümüz müdahalenin biçimi hiç de ahlâkî değil! Öyle ya sormak
gerekmez mi: Daha bir yıl öncesine kadar Kur'an'ı temsil ettiğine
inandığınız bir ifadeyi -o da muhtemelen bilim-kurgu meraklısı bir
çocuğun uyarısıyla- değiştirmeye karar verdiğinizde, niçin "geçmiş
kuşaklar" veya "yüzlerce yıl önce yaşamış insanlar" yalanını söylemek
gereğini hissettiniz? Siz bile daha düne kadar ayeti böyle anlamıyor
muydunuz? (İşte hem Reşad Halife'nin çevirisi, hem de Edib Yüksel'in bu
çeviriden yaptığı çevirinin ilk nüshası yukarıda.)
İKİNDİ (ASR) SÛRESİ
1. Andolsun ikindiye. (By the afternoon)
ÇAĞ (ASR) SÛRESİ
1. Andolsun akıp giden zamana.
Yeni çeviri, Reşad'ınki çöpe atılıp bu sefer yine bir İngilizce
çeviriden (!) kopyalanmış: Consider the fligt of time! ("Düşün zamanın
akıp gidişini", Muhammed Esed, The Message of THE QUR'AN)
İnançlarını, değerlerini ve düşüncelerini bu kadar kolay çöpe atan ve
üstelik hiçbir nedamet belirtisi de göstermeyen marazî nefislerin, şu an
söylediklerini de birkaç dakika sonra çöpe atmayacaklarından kimse emin
olamaz. Bari çevirilerinin adını şöyle koysalardı: "Mesaj: Her An Çöpe
Atılması Muhtemel İfadeler Yığını".
Örneklere devam edeceğiz.
dcundioglu@yenisafak.com
31 ARALIK 2000
--------------------------------------------------------------------------------
Bir mütenebbi'nin ultra-modern çevirisi: "Mesaj" (VII)
Mesaj: Kur'an Çevirisi hakkındaki kanaatlerimi şu şekilde
özetleyebilirim: 1) Bu çeviri, Reşad Halife'nin The Final Testament adlı
İngilizce Kur'an çevirisinden -olduğu gibi- kopyalanmıştır. Bu bakımdan
Mesaj'ın "anlam açısından" doğruları da, yanlışları da E. Yüksel'e
değil, R. Halife'ye aittir. E. Yüksel, sadece İngilizce metni Türkçe'ye
çevirirken yaptığı kişisel tasarruflar ile dipnotlardaki uyarlamalardan
sorumludur.
2) Gerek Mesaj'ın kendisini, gerekse Ankara'dan dağıtılan ilk nüshasını
(Kur'an: Türkçe Çevirisi), R. Halife'nin diğer havarisi ve -aralarında
ihtilaf çıkmadan önce- E. Yüksel'in yoldaşı Bahattin Uzunkaya'nın
çevirisiyle mukayese edecekler, her iki çevirinin de The Final
Testament'ten yapıldığını tesbit etmekte zorlanmayacaklardır. Aradaki
tek fark, Reşad'a bağlığını sürdürdüğü için Uzunkaya'nın bu hakikati
açıklaması, Yüksel'in ise bunu gizlemek ihtiyacı hissetmesidir.
3) Mesaj'ın ilk nüshası Türkiye gönderildikten sonra, bilhassa
"Reşadçılar" olarak anılan gruptan ayrılanlar (şimdi bu grup da
diğerlerince Edipçiler olarak anılmaktadır) çeviride ve dipnotlarda yeni
bazı düzeltmeler önermişler ve Türkiye'deki çeviri birikiminin kısmen
Mesaj'a yansımasını sağlamışlardır.
a) Düzeltmeler, Mesaj'da R. Halife'nin ağırlığını azaltmak, E. Yüksel'in
kendisine atıflarını sınırlamak, çevirinin tepki çekeceği bilinen
özelliklerini pragmatist nedenlerle tırpanlamak ve Reşadçıların karşı
çıktıkları yeni yorumlara öncelik vermek gibi belli başlı hususlara
münhasır kalmıştır.
b) Mesaj'ın tashihine Türkiye'den katkıda bulunan isimler, -Esed'in
Türkçe'ye çevrilen Kur'an Mesajı: Meâl-Tefsir adlı çevirisinden
etkilendikleri için- mütercimi, metnin bazı kısımlarını bu çeviri
doğrultusunda değiştirmeye ikna etmiş olmalılar ki Mesaj'daki yeni
yorumların bir kısmı aynen Esed'den muktebestir. Meselâ, "mâ meleket
eymânukum/hum" ifadesi ilk nüshada, "elinizdeki" (4. 3) "sahip oldukları
(örneğin, resmi evlilik kaydı olmadan beraber yaşadıkları kişiler)" (23:
6) şeklinde yer alırken, piyasaya sürülen nüshada
"yeminlerini(zi)n/anlaşmalarını(zı)n hak sahibi oldukları" diye
çevrilmiştir. Mütercim, bir vesileyle şu açıklamayı yapıyor: "Kur'an
çevirilerinde "ellerinizin altındakiler=cariyeler" olarak çevrilen
ifadelerin hepsi aslında "sözleşmelileriniz" olarak çevrilmelidir" (31
Aralık 2000 Pazar, saat: 7.08). Kısacası Mesaj, "Esed'den önce" ve
"Esed'den sonra" olmak üzere iki safhada ele alınmalıdır.
4) Mesaj, teknik açıdan Kur'an'ın orijinaliyle (Arapça metinle)
karşılaştırılabilecek bir kıymeti hâiz değildir. Çünkü a) Arapça'dan
çevrilmemiştir; b) anlam'la yorum arasındaki sınıra riayet edilmemiştir.
Bu bakımdan eleştiri konusu yapılan çeviriler, esasen mütercimin
gelişigüzel yakıştırmalarından ibarettir. [Gerek duyanlar, İngilizce
aslını kötü çevirilere örnek bulmak kolaylığı açısından
inceleyebilirler.]
5) Mesaj'ın Türkçesi, simultaneous çevirilere güzel bir örnektir; bu
çevirinin diliyle Almanya'daki üçüncü kuşak Türk çocuklarının Türkçesi
veya "e-mail atmak", "chat yapmak", "paste'lemek" gibi kullanımlarla
ma'lûl internet Türkçesi arasında çarpıcı benzerlikler vardır.
6) Dipnotlarda yeralan açıklamalar, popüler bilim dergilerinde yer alan
magazin haberleri ile Kur'an ayetleri arasında -lise çocuklarının aklına
gelecek türden- birtakım çağrısımsal irtibatlar kurmaktan ibarettir ve
bu irtibatlar, ancak "Adem babamız elinden elmayı düşürdü" gibi bir
cümleyle karşılaşan bir çocuğun yereçekim yasasının ilk kâşifinin Hz.
Adem olduğunu iddia etmesine benzer naif yorumlar düzeyindedir.
7) Mütercimin İslâm bilgi mirasına vukûfiyeti, amatör bir muhaliften
(msl. İlhan Arsel'den) daha fazla değildir; Peygamber Efendimizin
dedesinin adını bile yanlış yazan (Ebu Muttalib) veya en basit Arapça
kaidelerinden bile haberdar olmadığı anlaşılan (İbn Ebu...) birinin,
anlamak şansından mahrum olduğu ilmî eserleri çöpe atmak istemesini
tebessümle karşılamak gerekir; zira insan cahili olduğu şeyin düşmandır.
8) Hâsılı, "örtü, çarşaf, ferâce, çember, bürgü, ehram, yeldirme,
üstlük, yazma, yaşmak, değirmi, yemenî, harmanî, türban, tülbent" gibi
kadınların; "şapka, kasket, takke, külah, sarık, kalpak, bere, kavuk"
gibi erkeklerin kullandıkları muhtelif başlıkların hiçbirinde "saç" ve
"baş" sözcükleri geçmediğini aklına bile getirmeksizin baş örtüsü ile
masa örtüsü arasında fark bulamadığını itiraf eden bir zekânın, ne
çevirisine, ne yorumlarına, ne de rasyonalitesine güvenilebilir.
Son bir yazı daha... sonra siz sağ, ben selâmet!
dcundioglu@yenisafak.com
2 OCAK 2001
-----------------------------
Bir mütenebbi'nin ultra-modern çevirisi: "Mesaj" (VIII)
- İbrahim namaz, zekât, oruç ve hac pratiklerini öğretti. İbrahim'in
izleyicisi Muhammed Son Mesaj'ı iletti. Reşad ise dinin evrensel
kanıtını bildirdi. (Mesaj'ın ilk nüshası, s. 18)
Hz. İbrahim... Hz. Muhammed... Ve Hz. Reşad... Reşad'ın mesajının (The
Final Testament'in) iki elçisi/mütercimi var. Birincisi Bahattin
Uzunkaya, ikincisi Edip Yüksel.
"Allah'ın Elçisi Bahattin Uzunkaya" imzasıyla Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet
Sezer'e mektup da gönderen bu hazret kendi web sitesinde şöyle diyor:
- Bugüne kadar Allah'ın Postacısı olarak Türkiye toplumuna Allah'ın
Mesajını ilettim. 1995 yılında, Allah'ın kitabı Kuran'ın [The Final
Testament'in] Türkçe çevirisini ve 19 Mucizesi ile ilgili bir kitabı
yayınlayarak Mesaj'ın insanlara ulaşmasını sağladım. Allah, Türkiye
toplumunu yeterince uyarmıştır. (...) İnkar ettiler ve ilgilenmediler. O
yüzden azap, şiddetli bir deprem olarak 17.8.1999 tarihinde saat 3:2'de
Türkiye toplumunu vurdu. (23 Aralık 1999)
Hayatının dönüm noktası saydığı 1 Temmuz 1986 gecesini Kadir Gecesi
olarak yorumlayan diğer hazret de kendi web sitesinde şöyle diyor:
- Kendimi bildim bileli nüfus cüzdanımdaki doğum tarihim 1957'dir.
İlkokuldan başlayarak tüm kayıtlarımda bu tarih vardır. Kardeşim [Nedim]
bunun yanlış olduğunu iddia ediyor. Doğum tarihimin 19'un katı gelmesi
ve daha nice tevafuklar kendisini rahatsız ediyor. Ben Allah'ın en büyük
ayetlerinden bazılarına tanık olmuş bir kişiyim ve bundan dolayi bir
üstünlük değil, bir sorumluluk duyuyorum. (31 Aralık 2000 Pazar, saat:
7: 38). [Yüksel'in "elçiler" arasında üstünlük değil, farklılık olduğunu
vurgulamaktan hoşlandığı unutulmamalı. D.C]
Hazret böyle söyleyince, herhalde mü'minleri de şöyle demekte
mazurdurlar:
- "(...) Allah'tan bu diziş şekli konusunda aldığı işaretin gerekçesini
belki Muhammed bile bilmiyordu, Allah bunu 1900'lü yıllarda Nevfel, Said
Nursi, Edip Yüksel'le gündeme gelecek olan bir kuşağa saklamış.
Muhammed'den (570) 19'un katları kadar bir süre sonra (1957) dünyaya
gelen Edip bey, Kadir Suresi tefsirinde 1 Temmuz 1986'da 3:81 ayeti
konusunda tüm ömrüne bedel olacak bir gerçeğe tanıklık ettiğini söyler.
Onun hayatını adadığı bu misyonda, matematiksel mucizenin ciddi
tanıkları olan bizler ona yardımcı (ensar) olmaya çalışıyoruz. İşin özü
bu." (26 Aralık 2000 Salı, saat: 11:13) [Dikkat edilecek olursa, artık
Hz. Reşad'ın adı bile geçmiyor. D.C]
İlim adına, ahlâk adına, edeb adına tevarüs ettiğimiz bütün değerlere
gözlerimizin içine baka baka sövüp hakaret eden bu sözde-elçiler
sürüsünün ittifak ettikleri en önemli nokta, Kur'an'ın tahrif edildiği
iftirasıdır! Her üç elçi/mütercim de (Reşad, Uzunkaya ve Yüksel)
çevirilerine bu iki ayeti almamışlardır. (Sonradan bu iki ayet Mesaj'ın
yeni nüshasına takiyye icabı konmuştur.)
Şimdi hristiyan ve yahudi yazarlar, Tevbe Sûresi'nin son iki ayetinin
yer almadığı bu nüshalara istinaden saf müslümanları yoldan çıkarmaya
uğraşıyorlar.
Bir düşünün bakalım, bu Kur'an düşmanlarının tahrife yeltendikleri
"Kur'an nüshaları" kimlerin işine yarıyor?
Filistin'de kurşunlanan o genç müslüman yavrularının işine mi, yoksa
onları katleden Yahudi mütecavizlerin işine mi? Bosna'da tecavüze
uğrayıp katledilen masum müslüman halkın işine mi, yoksa onlara her
türlü zulmü reva gören Hristiyan Sırp canilerinin işine mi? (Bırakınız
ayetleri, XIX. yüzyılda Hindistan'da hadîslerin uydurma olup olmadığı
tartışmaya açıldığında bile, ne yazık ki çok az kişi, İngilizlere karşı
direnen müslümanların dayandıkları cihad hadîslerinin boşa çıkarılmak
istendiğinin farkına varabilmişti.)
Bu hastalıklı zihinler... bu Made in USA patentli sözde elçiler...
inançlarımıza saldırmakla, mukaddeslerimize sövüp saymakla; mülevves
ellerini Allah'ın Kitabı Kur'an'a uzatmakla kalmıyorlar; bir de ucuz
takiyye oyunlarına başvurup güya bu ülkenin mazlûm insanlarıyla alay
ediyorlar. Öyle zavallılar ki böyle yapmakla Kur'an'a değil, Kur'an'ın
düşmanlarına hizmet etmiş olduklarını anlamak dahî istemiyorlar. Öyle
reziller ki 17 Ağustos depremini bile bâtıl davalarına sermaye yapmaya
çalışıyorlar. Öyle cahiller ki ne Kur'an'ı biliyorlar, ne de
bilmediklerini biliyorlar.
Ömrümü hizmetine adadığım Yüce Kur'an şahittir ki Mesaj adıyla piyasa
sürdükleri o muharref kitabı basanlar da, satanlar da, satın alanlar da
büyük vebal içerisindedirler ve indallah mes'ûldürler.
Sen Kur'an'ına sahip çıkmazsan, Kur'an'ının sana sahip çıkmasını nasıl
umabilirsin ey müslüman?!?
Not: Acep şimdi Rifat Börekçi gibi bir Reis olaydı, Diyanet İşleri hiç
böyle suskun kalır mıydı?!
dcundioglu@yenisafak.com
5 OCAK 2001
ELEŞTİRİYE CEVAP
Designed by ÖFK En iyi 1024 x 768 pikselde görüntülenir. |