Hattâ iżâ beleġa beyne-sseddeyni vecede min dûnihimâ kavmen lâ yekâdûne yefkahûne kavlâ(n)
Vaktâki iki seddin (belki de farklı enerji boyutlarının ve katmanlarının) arasına kadar ulaştı, onların (sedlerin) önünde hemen hemen hiçbir sözü kavramayan (farklı yaşam ve iletişim koşulları bulunan) bir kavim buldu.
Ve derken iki set arasında bir yere vardığında, bir toplulukla karşılaştı ki, hemen hemen hiçbir söz anlamıyacak halde idiler.
Nihayet iki dağ arasına ulaştığında, dağların eteğinde, nerdeyse anlaşabilecekleri müşterek bir dile sahip olmayan bir kavme rastladı.
Nihayet iki seddin arasına ulaştığında onların önünde neredeyse hiçbir söz anlamayan bir kavim buldu.
İki seddin arasına kadar ulaştı, onların (sedlerin) önünde hemen hemen hiç bir sözü kavramayan bir kavim buldu.
Nihayet (sed yaptırmış olduğu Ermenistan ve Azerbaycan'daki) iki dağ arasına vardığı zaman, bu dağların önünde bir kavim buldu ki, söz anlamıyacak durumda idiler (lisan bilmiyorlardı).
Sonunda iki set arasına varınca, bunların ötesinde, neredeyse hiçbir sözü anlamayan bir topluluk buldu.
İki set arasına varınca, setlerin yanında söz anlamaz bir de ulus gördü
92-93. Arkasından yine bir sebebe sarılarak yola koyuldu. Sonunda iki dağ arasına varınca setlerin eteğinde konuştukları dilden anlamayan (farklı dilde konuşan) bir topluluk buldu.
İki sed arasına vâsıl oldı. Orada ancak bir kaç lakırdı anlayan bir kavme tesâdüf iyledi.
Sonunda, iki dağın arasına varınca, orada nerdeyse hiç laf anlamayan bir millete rastladı.
İki dağ arasına ulaşınca, bunların önünde, neredeyse hiçbir sözü anlamayan bir halk buldu.
Nihayet iki dağ arasına ulaştığında bunların ötesinde nerede ise hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu.
Nihayet iki dağ arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu.
İki seddin arasına varınca, ötesinde, nerdeyse söz anlamayan bir topluluk buldu
Nihayet iki dağ arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiç söz anlamayan bir kavim bulmuştu.
Tâ iki sedd arasına vardığı vakit önlerinde bir kavm buldu ki hemen hemen söz anlayacâk bir halde değil gibi idiler
Nihâyet, (oradaki insanları bir nebze de olsa, düşman saldırısından koruyan) iki (doğal) settin arasına (sarp dağların/kayalıkların olduğu dar bir geçide) ulaştı. Onların önünde (bu dağların eteklerinde yaşayan ve Zu’l-Karneyn’in konuştuğu dili bilmedikleri için) söylenenleri neredeyse hiç anlamayan (lisanları farklı) bir kavim ile karşılaştı.
Nihayet iki set arasına ulaştığı zaman, onların yanı başında neredeyse hiç söz anlamayan bir halkla karşılaştı.
Nihayet iki dağ arasına ulaşdığı zaman onların önünde hemen hiç bir söz anlamaz bir kavm buldu.
Nihâyet iki dağ arasına varınca, bunların önünde öyle bir kavim buldu ki, (lisan ve anlayış cihetiyle) hemen hemen söz anlamayacak bir hâlde idiler.
Taki iki settin arasına varıncaya kadar gitti. Orada o iki setten (dağ) başka, bir topluluğu yaşıyor buldu. Onların konuştuğu dil neredeyse hiç anlaşılmıyordu.
Sonunda iki dağın arasına vardı. Bu iki dağın eteğinde öyle bir ulus buldu ki, neredeyse söylenen sözü anlayamıyordu.
Nihayet iki seddin arasına vardı [⁹]. Setlerin önünden hemen söz anlamaz bir kavim buldu [¹⁰].
Tâ ki iki set arasına ulaştığında, onun berisinde orada neredeyse hiç laf anlamayan bir kavim buldu.³¹
Nihayet iki dağ arasına ulaştığı zaman orada hiç söz anlamayan bir kavim buldu.
Nihâyet, iki doğal set olarak, oradaki insanları düşman saldırısından koruyan sarp kayalıkların arasındaki dar geçide varınca,bu dağların eteklerinde yaşayan ve Zülkarneyn’in konuştuğu dili bilmedikleri için, söylenenleri neredeyse hiç anlamayan dilleri farklı, ifâdeleri yetersiz bir toplumla karşılaştı.
Sonunda İki Sedd arasına ulaştığı zaman onların ötesinde neredeyse söz anlamayan bir kavim buldu.
Gide gide setler ülkesine vardı. Setlerin beri yakasında biraz da laf anlamaz / göçebe bir toplumla karşılaştı.
İki dağ arasına ulaşınca hiçbir sözü anlamayan bir halk buldu.
(Sonunda) iki dağ arasına ulaşınca; orada neredeyse hiç söz anlamayan (ilkel) bir toplumla karşılaştı.
Ve derken, iki set arasında ⁹⁴ [bir yere] vardığında onların yamacında [yaşayan ve onun konuştuğu dilden] çok az şey anlayabilen bir kavme rastladı.
Sonunda iki dağ arasında bir mevkiye vardı. Dağın ötesinde hiç söz anlamaz laf dinlemez bir toplum buldu.
Sonunda iki dağ arasına varınca; orada hiç söz anlamayan bir kavme rastladı.
Nihâyet iki sed/dağ arasına ulaşınca aşağlarında hemen hiç söz anlamayan bir topluluk buldu.
Vaktâ ki, iki dağın arasına kavuştu, onların yakınında bir kavim buldu ki, söz anlayabilmeye yaklaşacak bir halde değildiler.
Nihayet iki dağ arasına ulaştığında, onların önünde, hemen hemen hiç söz anlamayan bir millet buldu.
Nihayet iki sed arasına ulaşınca onların önünde hemen hiç söz anlamayan bir kavim buldu.
İki seddin arasına vâsıl olub orada sözleri anlaşılmaz bir kavim buldı.
O iki barajın arasına varınca onların aşağısında söylenen sözü neredeyse hiç anlamayan (anlayışı kıt) bir topluluğa rastladı.
Sonunda iki dağ arasında, hemen hemen hiçbir söz anlamayan bir kavme rastladı.
Nihayet iki dağ arasına geldiğinde, onun önünde, hemen hemen hiç söz anlamayan bir kavme rastgeldi.
Nihayet, iki set arasında ulaştı. Setler arasında öyle bir topluluk buldu ki neredeyse söz anlamıyorlardı.
tā ķaçan irdi iki ŧaġ araśına buldı ol iki ileyinde bir ķavm yaķın olmazlar kim añlayalar sözi.
Ḥattā ki yitişdi iki ṭaġ arasına, ṭapdı ol iki ṭaġ ḳatında bir ḳavm ki yaḳınolmazlar sözi fehm eylemege.
Nəhayət, (sədd salmış olduğu Azərbaycandakı, yaxud Türküstanda Yə’cud–Mə’cüc tayfaları yaşayan ərazidəki) iki dağ arasına gəlib çatdıqda onların ön tərəfindən az qala söz anlamayan (yaxud danışıqları çox çətin başa düşülən) bir tayfa gördü.
Till, when he came between the two mountains, he found upon their hither side a folk that scarce could understand a saying.
Until, when he reached (a tract) between two mountains,(2437) he found, beneath them, a people who scarcely understood a word.(2438)
Designed by ÖFK En iyi 1024 x 768 pikselde görüntülenir. |