Allah ilktir, her şeyden öncedir, başlangıcı yoktur, varlıkları O yaratmıştır. Sondur, varlıkların yok oluşundan sonra da O bâkidir. Zâhirdir, varlığı bir çok delille gün gibi açıktır. Bâtındır, zâtının hakikati duyular ve akıllarla idrak edilemez.
Allah, yağmurlar ve ölüler gibi yere girenleri, bitkiler ve madenler gibi yerden çıkanları, rahmet, azap ve melekler gibi gökten inenleri, iyi, kötü tutum ve davranışlarla dualar, buharlar vb. göğe yükselişleri bilir ve görür. Altı günden murat, altı kademe veya devir gibi geniş manalardır. Yoksa bizim günlerimiz değildir. «Arşa istivâ» için bak. Hûd 11/7.
Âyet, Tebük seferiyle ilgili olarak inmiştir. Bu seferde büyük mâlî fedakârlıklarda bulunan Hz. Osman’a işaret edilmiştir. Ayrıca öncekilerden intikal eden malın, gerçekte Allah’ın olduğu hatırlatılarak, Allah’ın verdiği malın yerli yerince kullanılması istenmiştir.
Allah’ın aldığı kesin söz, ruhlar âleminde varlıklardan alınan sözdür. «Söz»den, iyi kullanıldığında insanı imana götüren aklın kasdedildiği de söylenmiştir.
Buna göre Mekke fethinden önce harcayan ve savaşanlar, fetihten sonra savaşanlar ve harcayanlardan daha faziletlidirler. Fâni malı, bâki olan ahiret için harcamanın ehemmiyeti hatırlatılırken, Hz. Ebubekir’e işarette bulunulmuştur. Çünkü o, imanıyla, infakıyla ve cihadıyla ilklerdendir.
Allah’a ödünç vermekten maksat, sırf yardım gayesiyle ve Allah rızası için maddi sıkıntı içinde bulunanlara faizsiz borç vermek ve bu borcun tahsilinde kolaylık göstermektir.
Münafıkların isteklerine, müminlerin cevaplarını tasvir eden bu âyete göre, müminlerle münafıkların arası kesin olarak ayrılacak, çekilen duvarın bir tarafında cennet diğer tarafında cehennem yer alacaktır.
Azaba çarptırılan münafıklar dünyada, görünüşte müslümanlar gibi davranırlar ama kalpten inanmadıkları için müminlerin felâketini gözler, İslâm hakkında şüphe beslerler, ihtirasların peşinde koşarlar, şeytanın türlü telkin ve aldatmalarına kapılırlar.
Müminlerin kalplerinin, Allah ve Kur’an zikriyle ürpermesi gerektiğini hatırlatan âyet, yahudi ve hıristiyanların durumuna dikkat çekmektedir. Bu cümleden olmak üzere âyet, Mekke’de sıkıntı içinde yaşayan, hicretten sonra da bol rızık ve nimetlere kavuştukları için gevşeyen bir kısım sahâbîyi uyarmak için nâzil olmuştur.
Dünya ve ahiret hayatının mukayesesinin yapıldığı bu âyette, özellikle, dünyanın aldatıcı tarafları izah edilmiş, onlardan kaçınılması tavsiye edilmiştir. Çünkü dünya ve dünyadakilerin boş yere yaratılmadıkları muhtelif âyetlerde açıklanmıştır. Dünya hayatı kötü değildir. Kötü olan onu Allah’a ve Peygamber’e itaate yöneltmemek; ahireti ve insanlığı unutup, sırf dünyaya ve dünyanın fenalıklarına kapılmaktır.
Âyette geçen demir mecâzi olarak «maddi müeyyide» anlamında da yorumlanmıştır. Demir hakiki manada yorumlandığında âyette onun insan hayatındaki önemine dikkat çekildiği söylenebilir.
Ruhbanlık, hıristiyanların ortaya çıkardığı bir anlayış ve yaşayış tarzıdır. Rivayetlere göre Hz. İsa’dan sonra, müminler inkârcı zorbalarca yok edilmeye çalışılmış, girişilen üç savaşta müminler ağır kayıplar vermişler, sağ kalan iman ehli, kendilerinin de ölümü halinde dine davet edecek kimsenin kalmayacağı gerekçesiyle savaş yapmama kararı almış, sadece ibadetle meşgul olmaya başlamışlardı. İşte bu suretle fitneden kaçarak, dinlerinde ihlâs ve samimiyet gösteren bu insanlar dünyanın bütün zevklerinden, fazla yeyip içmekten ve evlenmekten vazgeçmişler, dağlar, mağaralar, oyuklar ve hücrelerde ibadetle meşgul olmuşlardır. Ama bir çoğu buna riayet etmeyerek, Hz. İsa’nın dinini inkâr ettiler; hükümdarlarının dinine girdiler; teslis akîdesini ortaya attılar, Hz. Muhammed’i inkâr ettiler ve benzeri sapıklıklara düştüler.
Burada ehl-i kitaba hitap edilerek, hem Hz. Peygamber’e hem de diğer peygamberlere iman etmeleri sebebiyle kendilerine iki nûr verileceği vâdedilmiştir.